Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in dünyaya teşrifleri olan "Mevlid Kandili" hasebiyle, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin "Nûr-i Muhammedî -s.a.v-" isimli eserinden bazı kısa ve mühim beyanlarını arz edeceğiz:
İlâhi kudret, ahlâki olgunluk bakımından onun gibi bir beşer yaratmış değildir.
Allah-u Teâlâ ona iyiliklerin, güzelliklerin, faziletlerin hepsini ihsan ve ikram etmiştir.
Âyet-i kerime'sinde Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini ve onun yüksek ahlâkını överek şöyle buyurmuştur:
"Nun." (Kalem: 1)
O Sebeb-i mevcudat'tır. Kâinatın özü ve hülâsasıdır. Kâinatın nokta-i menbaı, medih ve iftiharıdır. Bu Âyet-i kerime hiç kimse tarafından açılmış değildir. Gerçekten müteşabih Âyet-i kerime'lere mahlûkun hükmü yetmez. Fakat "Nun" çok mühimdir.
Herşeyin bir özü ve hülâsası olduğu gibi, o da mükevvenâtın özü ve hülâsasıdır.
Diğer Âyet-i kerime'lere bakıp mânâsını takip ederseniz, bu Âyet-i kerime'lerin "Nun"un üzerinde cereyan ettiğini göreceksiniz.
"Kaleme ve onunla yazılanlara andolsun." (Kalem: 1)
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitap ediyor:
"Resul'üm! Andolsun ki sen Rabb'inin nimetine uğramış bir kimsesin ve mecnun (deli) değilsin." (Kalem: 2)
Nûrundan o nûru yarattı ve mükevvenatı o nûr ile donattı. Bu en büyük bir nimet değil midir? Bu nimetin yüzüsuyu hürmetine bütün kâinat hayat buluyor. Hayat bulduğu için medar-ı iftiharı oluyor. Çünkü kâinat onunla hayat buldu. Hazret-i Allah'a şükrettiğimiz gibi ona da Sebeb-i mevcudat olduğu için her an müteşekkiriz. Dikkat ederseniz Âyet-i kerime'ler birbirini kilitledi.
Allah-u Teâlâ'nın Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i hakkında kâfirler, zâlimler, nankörler bir çok iftiralar attılarsa da bizzat onu yaratan Hazret-i Allah bu iddiaları reddetti ve Resul'ünü teselli etti.
"Senin için tükenmeyen bir mükâfât var." (Kalem: 3)
Allah-u Teâlâ onu öyle sonsuz bir ihsan ve ikrama mazhar etmiş ki, bu "Tükenmeyen mükâfât"a mahlûkun aklı ermez.
Öyle bir mükâfat ki asla sonu gelmeyen bir mükâfât, hiç kimsenin minnetini çekmeden sırf Allah-u Teâlâ'nın lütfu ve yardımı olan bir mükâfât.
"Ve sen hiç şüphesiz büyük bir ahlâka sahipsin." (Kalem: 4)
Allah-u Teâlâ nankörlerin inkârını reddettikten sonra onu bizzat kendisi meth-ü sena ediyor ve büyük bir ahlâk sahibi olduğunu beyan buyuruyor. Böyle onu delilikle itham edenlere bizzat kendisi cevap veriyor.
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem'ine bahşettiği yüceliği başka hiç kimseye vermemiştir. Geçmiş ve geleceklerin en üstün ahlâkını yalnız ona bahşettiğini ferman buyurmuştur. Onu başka bir tarifle anlatmak mümkün değildir. Başkalarının tam mânâsıyla anlayamayacakları güzelliklerle seçkin kılınmıştır.
•
Kur'an-ı kerim'in mânâlarına nihayet olmadığı gibi, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in "Hulûk-u azîm" tabiriyle bildirilen güzel vasıflarına da nihayet yoktur.
Geçmişin ve geleceğin bütün ahlâk güzelliklerinin hepsini istisnasız üzerinde toplamıştır.
Bu Allah-u Teâlâ'nın ona bahşettiği ihsan-ı ilâhiyedir. Yalnız ona bahşetmiştir.
Kendisinden evvel gelen peygamber kardeşlerinin dinlerinde bulunan ahlâk ve fazilet gibi değerlerin eksikliklerini tamamlayarak kemâle erdirmiştir.
•
İnsanlara güzel ahlâkı emretti, kendisi ise bütün güzel huylarla mücessem ve muhteşem bir şekilde fazilet numunesi oldu. Hayatı, Kur'an-ı kerim'in canlı bir levhası, tatbikî bir tefsiriydi. Onun ahlâkı Kur'an ahlâkı idi.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ahlâkı sorulduğunda:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in ahlâkı Kur'an'dı." buyurdular. (Müslim)
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki Resulullah sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı arzu edenler ve Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir numunedir." (Ahzâb: 21)
Bütün iş ve icraatlarda, ibadet ve taatlerde numune olarak insanlara o yeter.
Eline bir çok mal geçtiği halde hepsini dağıtmış, sonra da zenginlere infak ve sadakayı emretmiştir.
Hem emsalsiz bir devlet başkanı, hem en muvaffak bir muallim, hem en cesur bir kumandan, hem en müşfik bir aile reisi, hem en zengin, hem en fakir...
•
O, insan hayatının her safhası için müstesnâ bir numunedir.
Âyet-i kerime:
"Andolsun ki Resulullah sizin için güzel bir numunedir." (Ahzab: 21)
Yaratılışça ve ahlâkça bütün insanların en güzeli ve en mükemmeli idi.
Son derece fasih söz söyler, gayet açık ve külfetsiz konuşur, mühim bir söz söylediği zaman iyice anlaşılsın diye onu üç kere tekrar ederdi. İstenirse kelimeler birer birer sayılabilirdi. Herkesin aklına ve idrakine göre söz söyler, dinleyenin idraki karışmazdı. Az kelime ile çok şey anlatırdı. Her işi ve her sözü doğru idi.
Bir toplulukta konuşurken ayrı ayrı herkesin yüzüne bakar, herkese iltifat eder, tek tek herkesin nasibini verirdi. Öyle ki, huzurunda bulunanların hepsi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in en çok kendisini sevdiği kanaatına varırdı.
Simâsındaki mehabet herkes üzerinde büyük bir tesir yapardı. Görenler o câzibe karşısında büyülenirlerdi. İlk görüşlerinde o vakar ve heybet karşısında titreyenler, daha sonra derin bir muhabbet duyarlar ve yanından ayrılmak istemezlerdi.
Bütün Ashâb-ı Kiram -radiyallahu anhüm- ondaki fesahat ve belâğatın hayranı idiler. Huzurlarında son derece edebe riayet ederler, sanki başlarında kuşlar varmışcasına huzur ve huşu içinde dinlerlerdi.
Lüzumsuz yere konuşmaz, söze lüzum görmedikçe sükut eder, konuştuğu zaman da sözün en güzelini söylerdi.
Münakaşadan son derece çekinir, yüksek sesle konuşmaz, kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmaz, kimseyi tenkit etmez, azarlamaz, hakarette bulunmaz, onu bunu ayıplamaz, gizli hallerini araştırmaz, kötülemez, kötü söz söylemezdi. Kimseye küsmez, insanların birbirlerine küsmelerini de istemez, dargınları barıştırırdı.
Başkalarının sözlerini dikkatle dinler, kimsenin sözünü kesmez, suçluyu utandırmazdı. Gönül yapmaya, hatırları hoş etmeye pek düşkündü. Bir kimseye darılırsa Kur'an darıldığı için darılır, beğenirse Kur'an beğendiği için beğenirdi. Bir şeyden hoşlanmazsa, hoşnutsuzluğu yüzlerinde görülüp bilinirdi.
Herkes gülerken o sadece tebessüm ederdi. Daima güleryüzlü idi. Ağladığı zaman, sadece mübarek gözlerinden yaşlar dökülürdü.
•
Hem vakur hem de son derece mütevazi ve alçak gönüllü idi, Ashâb-ı kiram'ı onun yolunda her fedakârlığı seve seve yapmayı canlarına minnet bildikleri halde, o kendi işlerini kendi görürdü.
"Yâ Resulellah! Biz senin işlerini görmeye yeteriz." denildiğinde "Sizin, benim işimi görmeye yeteceğinizi biliyorum. Fakat ben, size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah, kulunu ashâbı arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz." buyurdu. Bu en yüksek ahlâkın en güzel beyanıdır.
Tevazunun kemâl mertebesinde bulunduğundan dolayı elbisesini yamar, ayakkabısını tamir eder, evi süpürür, hamur yoğurur, koyunları sağar, develeri bağlar, yemlerini verir, hasta olanlara ziyarete gider, cenazelerde bulunurdu.
Ashâb-ı kiram'ına karşı içten ve derinden bir muhabbeti vardı. Onları evlerinde ziyaret eder, içlerinden görünmeyenleri araştırırdı. Her gördüğüne selâm verir, musafaha ederdi. Hiçbir resmiyet ve külfete bakmadan, ümmetinin herhangi bir ferdi gibi aralarına karışır, en fakir insanlar arasında oturur, onları okşar, onlarla birlikte yemek yer, fakirlerin, yetimlerin, dulların, kimsesizlerin işlerini görmekten zevk alırdı. Fakiri yoksulluğundan ötürü tahkir etmez, zengine zenginliğinden dolayı saygı göstermezdi. Fazilet sahiplerine ikram, şeref sahiplerine ihsan ederdi. İhtiyarlara da gençlere de aynı hürmeti yapardı. Gönüllerini hoş etmek için, sözlerini hayranlıkla dinlerdi. Herkese teveccüh eder, herkesin ayrı ayrı hâl ve hatırını sorardı.
Aralarında oturduğu zaman hususi yer ayırttırmaz, yer seçmez, nerede boş bir yer bulursa oraya otururdu. Hiç kimsenin kendisi için ayağa kalkmasını istemezdi. Övülmekten asla hoşlanmaz, kimseyi de fazla methetmezdi.
Kimsenin kusuruna bakmaz, kötülüğüne karşı kötülükle muamele etmezdi. Birisi gelip özür dilerse, özrünü dinler, suçu varsa affederdi. Bu en yüksek ahlâkın en yüksek derecesidir.
•
Ümmetinden en fakir bir kimsenin yaşayışı gibi hayat sürmeyi, sadelik içinde yaşamayı tercih etti.
Hadis-i şerif'lerinde:
"Sade hayat imandandır." buyurmuşlardır. (Ebu Dâvud)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sadeliği severlerdi. Süsten-lüksten hoşlanmazlardı. Sadelik en güzel nezafettir, tevazuya meyletmektir.
Süs ise kibre vesile olur. Yani güzel giyinmek güzeldir ve fakat sadeliği tercih etmek daha güzeldir.
Her şeyde sadeliği tercih ederdi. Sade yer, sade giyinir, sade yaşardı. Bulduğunu yer, bulduğunu giyerdi. Tam mânâsı ile ferâgat sahibi idi.
Hane-i saâdetleri, eski halini muhafaza ediyordu. Tevazu ve sadeliği o kadar ileri götürmüştü ki, bütün mefruşat; bir yatak, bir hasır, toprak bir su kabı gibi eşyadan ibaretti. Süse ve lükse hiç önem vermedi.
Günlerce bacası tütmez, aylarca evinde ışık yanmadığı olurdu.
Yiyecek bir şey bulamadıkları için, hanımları ve çocukları ile beraber, bir çok geceler yemek yemeden yatarlardı.
Hiçbir zaman hiçbir yemeği beğenmemezlik etmez; arzu ederse yer, etmezse bırakırdı.
•
İnsanların en cesaretlisi idi. Düşmanlarından hiç bir zaman korkmadı. Hayatına kastetmek için tertipler hazırlanırken bile, gece ve gündüz Mekke'de korkusuzca dolaşırdı.
Hicret esnasında yanında sadece bir kişi bulunuyordu. Azılı düşmanları Sevr mağarasının önüne geldiklerinde Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh- endişesini açığa vurunca:
"Korkma! Allah bizimle beraberdir." buyurmuştur. (Tevbe: 40)
Ondaki cesaret fıtrî idi. Yalnız başına ordular hazırladı, yalnız başına ordusunu sevk ve idare etti. Bozulmuş ve dağılmış bir orduyu bir anda harekete geçirdi. Ordusunun başında bizzat on dokuz harbe iştirak etti. Tehlike anlarında büyük bir cesaretle ileriye atılırdı.
Muvaffakiyetle neticelenen her harekette Allah-u Teâlâ'nın bir tecellisini görür ve bundan dolayı secde-i şükrana kapanırdı.
•
Çalışkan insanları çok sever, tembellikten hoşlanmaz ve dilenciliği sevmezdi.
Misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, huzuruna gelen herkese ikrâmda bulunur, onları ağırlamak için elinden gelen her şeyi yapardı. Bazen elbisesini yere serip üzerine misafirlerini oturturdu; eğer imtinâ ederlerse ısrar ederdi.
Bütün işlerini tam bir intizam içinde yapar, vaktini hiç israf etmezdi. Namaz vakitleri, tesbih ve tehlil zamanları, uyku ve istirahat zamanları, misafirlerini ve ziyaretçilerini kabul zamanları hep belirli idi.
Temizliği pek sever, nezafete pek çok riâyet ederdi. Elbisesine ve elbisesinin temizliğine son derece itina gösterirdi. Vücudunu temiz tutar, saç ve sakallarını yıkar, tarar, güzel kokular kullanırdı.
Ağıza fena koku veren şeylerden hoşlanmazdı. Dâima misvak kullanır ve bunu herkese tavsiye ederdi.
Hanımları ile gayet hoş geçinir, onları kıracak bir harekette bulunmaz, ashâbına da bunu emrederdi.
Hadis-i şerif'lerinde:
"Müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlâk itibariyle en güzel olanıdır. Aranızda en hayırlı kimseler, kadınlarına karşı huyu en iyi olanlarınızdır." buyuruyorlar. (Tirmizî)
Ev işlerinde onlara yardımcı olur, evi süpürür, elbiselerini yamardı. Kadınlara karşı çok nazik ve şefkatli idi. Kadınların haklarını ve menfaatlerini ilân etmek suretiyle, kadınların seviyesini yükseltmiştir.
Çocuklara karşı muhabbeti pek fazlaydı. Yolda karşılaştığı çocuklara selâm verir, konuşur, hâl ve hatırlarını sorar, sever, okşar hoşlarına gidecek şeylerle onları sevindirir, hayır duâda bulunurdu. Müslüman olmayanların çocuklarını da aynı derecede sever ve öperdi.
Bir çocuğu severken gören bir bedevî "Siz çocukları sever misiniz? Benim on tane torunum var, bir tanesini bile kucağıma alıp sevmedim." deyince "Allah senin kalbini şefkat duygusundan mahrum ettiyse ben ne yapabilirim." buyurdu.
Engin şefkat ve merhameti hayvanları bile içine almıştı.
"Allah'ın salâtı Resullerin ve Nebilerin Hâtem'inin ve onun Hatemiyyet hususundaki en kâmil vârisi olan, Muhammedî velilerin Hâtem'inin üzerine olsun!"